31 Mayıs 2013 Cuma

Kırmızı Ayakkabılar

Hangi genç kız sevmez ki topuklu ayakkabıyı... Hangimiz giymedik ki taa çocukken minicik ayaklarımızla annelerimizin ayakkabılarını.


Şikayet ederiz ayaklarımı vurdu diye, ama yarın tekrardan giyeriz. Neden çünkü güzeller. Ve giydiğimizde bizi mutlu ederler. Güzel hissettirdiğini bilmem söylememe gerek var mı.

Çok da uzak zaman olmayan bir zamanda derdim ki neden bir kadın bu kadar çok ayakkabı alır. Pişmanım bunu söylediğime. Lise mezuniyetinde giyilen ilk topuklu ayakkabıdan sonra bir daha kopamadım.
Mühendislik fakültesinde okuyunca sık sık giyemiyor tabii insan. Bakışlara maruz kalmak hoş değil. Zaten az kızsınız bir de topuklu giyince dikkat üzerinizde oluyor.








Yine bilgisayarımdaki kaynaklara sığındım bu yazımda da. Şimdi birbirinden güzel kırmızı pabuçları paylaşacağım sizinle:




 




Hem canını acıtıp hem de mutlu eden bir şey işte bu da. Seviyoruz işte topuklu ayakkabı denilen şeyi. Rengarenk bir sürü ayakkabımız olsun istiyoruz. (1.57'lik kız konuştu:)


Kırmızı pabuç demişken...


Mutlu günler

23 Mayıs 2013 Perşembe

DIY - Kumsal Terliği

Yaz geliyor...

Yazın ihtiyacınız olan terliği kendiniz tasarlayın. 'Aman çok pahalı, neden bu kadar para verip alayım ki?' diye düşünüyorsanız, işte size ucuz bir terlik önerisi. Hem de rengarenk. İsterseniz terliğinizi bile boyayabilirsiniz, size kalmış.

Tek ihtiyacınız olan bir çift terlik ve küçük balonlar.


Mutlu günler

19 Mayıs 2013 Pazar

LOST (2004-2010)

-Spoiler içerebilir-

Gerilim dolu jeneriğiyle geldi aklıma. 'Previously on Lost...'
(Dizinin her duyulduğunda ortam geren tema müziği Michael Giacchino tarafından bestelenmiş.)



Lise yıllarımın dizisi. Bölüm izlenir daha sonra okulda arkadaşlarla kritiği yapılırdı. 'O niye öyle oldu?' 'O nereden çıktı?' Her bölüm dikkatle izlendi, çünkü her sahnede bir şey gizliydi. Soru dolu bölümler izledik. Birini cevaplasa beraberinde 5 soru getiriyordu. Teoriler havada uçuştu.

Diziye başladığım gün aklımda. İkizimle oturduk laptop başına. 6 saat boyunca. Aralıksız. Uçak kazasıyla ıssız adaya düşüyorlar, ne kadar değişik bir hikayesi olabilir ki deyişimi de hatırlıyorum. Pişmandım bunu söylediğime.

Her şey bir uçak kazasıyla başlamıştı. Issız bir adaya düştüler. Kaza sonrası kendilerini Pasifik Okyanusu’nun ortasında bir adada bulan yolcularımızın başına daha kötü ne gelebilir ki dediğimiz anda başlıyor aslında her şey. Ne olacağından, başlarına ne geleceğinden habersizdiler. Charlie'nin deyişiyle 'Where are we guys?' Diziyi özetleyen cümle de buydu. 

Damon Lindelof, J.J. Abrams ve Jeffrey Lieber tarafından yaratılan dizi, Abc kanalında yayımlandı. Milyonlarca kişi tarafından izlendi. Dönemin en bomba dizisi oldu. Jack, Kate, Sawyer, Sayid, Hurley(Dude), John Locke, Jin-Sun (Uzun süre hangisi hangisi öğrenemedim:), Claire(o muhteşem aksanıyla 'my baby'), Charlie, Ben, Desmond(I'll see ya in another life, brother! ), Juliet, Richard Alpert(yaşlanmayan sürmeli abi diye bilinirdi), Daniel Faraday, Shannon, Boone, Mr. Eko... Şu isimleri yazarken bile ne hikayeleri döndü aklımda.

Yapmaları gereken tek şey birlik olmak ve bir çözüm bulunana kadar hayatta kalmak. Ama böyle bir adada doğaya ve doğa üstüne karşı durmak o kadar da kolay değildi. İnsan öldüren siyah dumanlardan, zamanda atlamalara, ışık parlamalarından diğerlerine kadar kendilerini korumaları gereken çok şey vardı.

Jack-Kate-Sawyer aşk üçgeni dizi boyunca devam etti. Tüm kızlar Sawyer hastasıydı, Kate'i yanında görmeye dayanamazdık. Benim gönlüm hep Kate-Jack olsun istedi. (Sawyer bize kalsın:) Bir ara Juliet de bu listeye girdi. Akıllar iyice karıştı.



Lost sayıları.


Herkesin ezbere bildiği sayılar. Nerede görülse 'İşte Lost sayıları!' diye heyecanlandığımız anlar.


Flashback-Flashforward
İlk sezonlarda geri dönüşlerle karakterleri tanıdık yavaş yavaş. Her bölüm bir karakter üzerine yoğunlaşıldı. Uçağa binene kadar neler yaşadığını öğrendik. Hangi sebeple bindiği açıklandı. Ama anlaşıldı ki aslında yaşadıkları tüm şeyler o uçağa binmelerine yol açmıştı.
İleriki sezonlarda izlediğimizde anlıyoruz ki aslında izlediğimiz bazı geri dönüş parçaları aslında gelecekten kesitlermiş. İşte bunu anladığımızda yaşadığımız şoklar ne güzel şeylerdi. Bu yüzden de güzeldi bu dizi.

The Others


Adada yalnız olmadıklarını fark etmeleri çok zaman almıyor. Birkaç sezon sonra başımıza bir de 'Diğerleri' çıkıyor. Baş etmeleri gereken esrarengiz bir ada ortaya çıkıyor.

Dharma Institute
   


Adayı ele geçirmiş şirket. Adada çeşitli deneyler yapmış vakti zamanda, hala da devam etmekte. Adada hamile kalan kadınlara ne olduğu gibi deney konuları var. Kaçırdıkları çocuklara ne oluyordu hatırlamıyorum.



Her bölümü dolu dolu bir diziyi nasıl bir yazıda özetleyebilirim, bilemiyorum.
'Lost çok bozdu. Öyle böyle değil, çok bozdu.'. Finali beğenenlerden çok beğenmeyenler oldu. Böyle diziye böyle final mi olur, bilemedim. Ama pişman mıyım izlediğime, hayır. 6 yıl her hafta sabırsızlıkla beklediğim bölümleri yine olsa yine izlerim. 
İtiraf edelim, hepimizin aklında hala sorular var dizi hakkında. 'Ee peki kutup ayısı nereden çıktı?'
Bir daha mı izlesem ne yapsam.

Not: Dizi hakkında unuttuğum çok şey var farkındayım. Sizlerden de geri dönüş alabilirim. Bir de bulursam güzel şeyler paylaşırım dizi hakkında.




(Diziyle ilgili sevdiğim en güzel fotoğraf)

Mutlu günler

12 Mayıs 2013 Pazar

Anneler Günü

'Anne olunca anlarsın.' cümlesinin öznesi.

Tüm annelerimizin Anneler Günü kutlu olsun. Ama tek bir gün değil her gün kutlamalıyız bence. Hediyeyle çiçekle olması şart değil. Bir öpücük bile yeter. Sevdiğinizi söylemeyi de ihmal etmeyin. Tabii ki bir de sarılma şart.

Biricik annem. Seni çok seviyorum. Ama Anneler Günü diye babamı da ihmal edemem tabii ki. Babacım seni de çok seviyorum.

Mutlu günler

11 Mayıs 2013 Cumartesi

İletişim

Bana ulaşmak isterseniz diye bir mail adresi paylaşayım sizinle. Mail atmak isterseniz çok sevinirim. Herhangi bir sorunuz olursa seve seve cevaplamak isterim. Ya da paylaşımda bulunmak isterseniz mail adresim sizlere açık.

geheimperson@gmail.com


Mutlu günler

Mor Başlangıç

   

Bilgisayarımdaki bu güzellikleri paylaşmazsam olmaz. Bir süredir bilgisayarımda 'Moda Dosyam' adı altında birçok şey biriktirdim. Yavaş yavaş açığa çıkarmaya başlamanın vaktidir. Öncelikle de bu güzel mor elbiseleri paylaşmak istedim. Hepsi birbirinden güzeller. Sizce hangisi en güzeli? Ben karar veremedim.

Bu arada en sevdiğim rengin mor olduğunu belirtmeme bilmem gerek var mı :)


 

 

 


  


Mutlu günler

8 Mayıs 2013 Çarşamba

DIY - Pembe Çiçek Topu

Zaman zaman DIY(Do It Yourself) projelerine yer vermek istiyorum. Ben de bir şeyleri kendim yapmayı çok severim. Kim sevmez ki. Sonuçta kendi ellerinle yaptığın, emeğinin bir parçası. Yaptıkça da burada paylaşırım mutlaka.

İşte ilk DIY projem... İnanılmaz güzel bir dekorasyon ürünü. İsterseniz özel akşam yemeklerinizde masanızı süslesin. İsterseniz de odanızda, salonunuzda her daim görebileceğiniz bir yerde dursun.
Şunun tatlılığına bakar mısınız. İnsanın baktıkça bakası gelmiyor mu :) Şu delgeçlerden bulabilirsem ben de kendime yapsam şöyle bir şey. Dursa odamda pembiş pembiş.


Mutlu günler

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Gümüşleri Tekrar 'Gümüş' Yapmak

Siz de gümüş takılarınızın kararmasından şikayetçiyseniz buyrun buraya.
Çok kolay, çok ucuz ve son derece etkili!

Malzemelerimiz:
1 çorba kaşığı tuz
1 yemek kaşığı kabartma tozu
1 yemek kaşığı bulaşık deterjanı veya 1/2 bardak beyaz sirke
1 su bardağı su
1 adet alüminyum folyo

Not: Kendim denemedim. O yüzden hiçbir şeyin garantisini veremiyorum. İşe yaradığını düşündüğüm için sizinle paylaşmaya karar verdim.
Ama sizden ricam lütfen karışımı oluştururken ve gümüşlerinizi kaseden alırken dikkatli olunuz. Yüzünüzü ve gözünüzü koruyunuz.
wire-sculpture.com'a göre pirinç, alman (nikel) gümüş, inciler için de problemsiz bir şekilde çalışıyor.



Kaynaklar:
http://cleanmyspace.com/the-besk-kept-silver-cleaning-secret-ever/        (Videoyu buradan bulabilirsiniz.)
http://www.food.com/recipe/jewelry-cleaner-180133

Suyu kaynatın. Su kaynamaya bırakılırken, alüminyum folyonun parlak yüzü üstte kalacak şekilde kaseye yerleştirin. Daha sonra, kabın dibine tuzu ve kabartma tozu ekleyin. Yavaş yavaş sirke ekleyin ve tuz ve kabartma tozunu çözmek için her şeyi birlikte karıştırın. Bütün taneciklerin çözülmesini bekleyin, böylece takılarınızın çizilmesini önlersiniz.
Kasenize kaynar suyu ekleyin ve yavaşça kabın içinde gümüş parçaları bırakın. 5-10 dakika bekletin, kimyasal reaksiyon tüm işi sizin için yapacaktır. İsterseniz parçaları diğer yüzleri alüminyum folyoya değecek  şekilde çevirebilirsiniz. Böylece iki yüzün de alüminyum folyoya maruz kalmasını sağlayabilirsiniz.

Kendinizi yakmamaya emin olmak için, her bir parçayı dikkatli bir şekilde çıkarın, soğuk suda durulayın ve parlatma bezi ile hafifçe silin. Tüm lekelerin çıktığını ve gümüşünüzün orijinal halinin geri geldiğini görmeye başlayacaksınız!
Kullanım sonrası çözümü dikkatlice dökünüz.
Öncesi










Sonrası












Mutlu günler

5 Mayıs 2013 Pazar

90'lar - Kağıt Bebekler

90'lar... Çocukların ellerinde İphone'lar İpad'ler yokken oyuncaklar vardı. Erkek çocuklarının ellerinde arabaları, kamyonları; kız çocuklarının oyuncak bebekleri, oyuncak evleri. Başı hep Barbie ve oyuncakları çekiyordu tabii ki. Ama 90'lar çocukluğundan hatırladığım en güzel şeylerden biri de kağıt bebeklerdi.

Gazetelerle birlikte gelirdi. Ayşegül, Oya, Şebnem adında olanları vardı. Tek bir maket bebek arkasındaki üçgen ayaklar üzerinde dururdu ve yanında bin bir renkte kağıttan elbise, etek, pantolon, bluz gelirdi. Özene bezene o kıyafetler kesilir (ki doğru bir şekilde kesmek çok önemliydi. Yoksa elbise bebeğin üzerinde düzgünce duramazdı.) daha sonra tutturma yerlerinden  bebeğin üzerine asılırdı. O gün evde geçirilecekse pantolon geçirilirse altına. Üstüne de belki bir gömlek. Ya da akşama bir baloya davetliyse en şık elbisesi giydirilirdi. (Her şey hayal gücüne kalmıştı.)

Bu bebekler sayesinde el becerileri gelişti küçük kızlarımızın. Yaratıcılıklarını kullandılar, kendi elbiselerini çizip boyayıp kestiler, kendi kreasyonlarını yaptılar. Bunları yaparken de çokça eğlenip mutlu olduklarını da belirtmeme gerek yok sanırım.


Teknoloji biraz daha gelişince internetteki kız giydirme oyunları oynanmaya başladı. Elbiseler 3. boyuta ulaştırıldı. Ama bence hiçbir zaman o kağıttan bebeklerin yerini dolduramadı. Evet daha çok çeşit vardı, daha renkli daha gerçekçilerdi. Ama o elbiseler kesilirken ve üzerine giydirilirken o elbiseyi kendisi dikmiş gibi sevinen çocuklar vardı.

Akşam akşam nostaljimi de yaptım. Ben 90'ları çok severim. O sıralarda çocuktum ufacıktım ama hatırladığım kısmını doyasıya yaşadım ve mutlulukla hatırlıyorum.

Diyorum ki yani; 90'lar hakkında daha çok yazım olacak.

Not: Kendime bir kağıt bebek yapıp cicili bicili giydirmek istiyorum. En yakın zamanda gerçekleştireceğim.

Mutlu günler

2 Mayıs 2013 Perşembe

Buffy The Vampire Slayer (1996-2003)

-Spoiler içerebilir-

Tam bir dizi ve film manyağıyım. Bir defter tutup listelerini bile yapmaya karar verdim. Film listesi çok daha uzun olduğundan öncelikle dizi listemi paylaşmaya karar verdim. Onu da birkaç parçaya ayıracağım. Ama Buffy The Vampire Slayer'ın yeri bende çok ayrı. O yüzden onu tek başına anlatacağım.

İlk dizim. Daha ilkokula gidiyorum. Abim Cnbc-e'de Buffy The Vampire Slayer izliyor. Ders çalışma aralarında benim de gözüm kayıyor. Vampirler, iblisler ve niceleri... O zamanlar parça parça izlediğim diziyi birkaç yıl önce baştan izledim. 7 sezonluk bir dizi. 8. sezon çizgi roman olarak devam etti. Sarah Michelle Gellar'lı, Nicholas Brendon'lı, Alyson Hannigan'lı, Anthony Head'li, James Marsters'lı, David Boreanaz'lı, Charisma Carpenter'lı dizi. Tabii ki bilenler Buffy, Xander, Willow, Giles, Spike, Angel, Cordelia diye bilirler.

 Diziye dahil olan birçok kişi oldu. Diziden ayrılanlar da oldu. İşte o ayrılanlar hep üzdü beni. Katılanlar da ayrı bir renk kattı ama. Hem de çok renk kattılar. Anya örneğin, kendisi eski bir iblis ama tavşanlardan korkuyor. Drusilla geleceği gören bir vampir, bu özelliğinden dolayı kafayı biraz da sıyırmış. Tara da Willow gibi bir cadı. Faith tam bir asi avcı. Oz kurtadam. Dawn 'anahtar' kardeş.

Yazdıkça ne kadar da özlediğimi fark ediyorum. İmkanım olsa bir kez daha izlerim yedi sezon. Daha neler neler yazarım aslında ben bu dizi hakkında. Ama yazmaya kalkarsam bayağı bir uzun sürebilir. 7 sezon sürdü diyorum. Her bölümü ayrı efsaneydi diyorum. Vampirler meşhur olduysa bu dizi sayesinde olmuştur.


Buffy'nin birkaç sevgilisi oldu. Ama aklında hep ya Angel vardı ya da Spike. Bense kararımı hiç veremedim, hangisiyle en uygun çift olduğuna. Buffy bir vampir avcısıyken her ikisinin de vampir olması ufak bir sorun teşkil etse de aralarındaki aşka hiç engel olmadı. Buffy'nin en büyük aşkları onlar oldular.














Size tavsiyem tüm diziyi izleyemeseniz de 6. sezon 7. bölüm 'Once More With Feeling' i mutlaka izleyin ya da en azından müziklerini bulmaya çalışın. Bu bölüm müzikal bölümüydü, en sevilen bölümü de bu olmuştur sanırım. Ben defalarca izledim ve şarkılarını da ezbere biliyorum artık. Özellikle de Tara karakterini canlandıran Amber Benson 'I'm Under Your Spell' şarkısını öyle güzel söylemiş ki. Her defasında sıkılmadan art arda defalarca dinleyebiliyorum. Siz de dinleyin dinlettirin.



Mutlu günler